1 Ocak 2014 Çarşamba

Tribün siyasettir!!!

"Fado, fiesta, futbol" Salazar Portekiz'inin güzel bir toplum mühendisliği örneğidir. İnsanları uyutmak için tasarlanan vazgeçilmez üçlü. Müzik, eğlence ve futbol. Ülkemizde tribünlere siyaset girmeli mi girmemeli mi diye tartışıladursun, bırakın tribünü, futbolun dahi siyasi temeller üzerine inşa edildiğini görmemizi istemiyorlar.


12 Eylül'de "format at düzelir" düsturunu Türkiye üzerine uygulayan Kenan Paşa, "siyaset sizin neyinize" diyerek ilk önce halkı bundan mahrum etti. Kemalizmi, islamı ve milliyetçiliği, piyasa ekonomisi çatısı altında ayrılmaz ve tartışılmaz bir bütün halinde Türkiye'ye iteleyerek "Bu paketten herkes kendine göre bir karışım yapıp sesini çıkarmasın; ideoloji, hak, özgürlük, eşitlik diyenin dilini koparırım" demiştir.

Sudan çıkmış balığa dönen Türk gençliği kabuğuna çekilme sürecinde; vergisini ödeyip, askere giden örnek Türk vatandaşı olma misyonunu başarıyla yerine getirmişse de içinde bir boşluk oluşmuştur. Bu da kendini ait hissedebileceği bir topluluk, üyesi olmakla övünebileceği bir toplumsal oluşum yokluğudur. Öyle ya düşünmek, fikir üretmek, eleştirmek ve muhalif olmak ülkede yasaklanmıştı. Her daim birlik ve beraberliğe bu denli ihtiyacımız olan günleri ve anları yaşarken insanlardan düşünmelerini ve eleştirmelerini beklemek son derece tehlikeli bulunmuştu. Sorunların ve hak ihlallerinin üzeri T.C.nin yasal mermileriyle örtülürken kanı kaynayan gençliğin kanalize edilmesi gereken bir amaç, ülkü gerekiyordu.

Ülkü demişken hemen kısaca ülkü ocaklarına değinelim. T.C.nin darbe ile takındığı nötr tavır pek tabii sol için o kadar da nötr olmamıştı. Ülkü ocaklarına yol verilen dönemlerde komunizm çatısı altına girmeye yeltenen diğer marjinal uçta insanlar "terörist" olarak damgalanmıştı. Liselerde, üniversitelerde otağ kurmak, kantinde Türk bayraklı masa edinerek, hocaları bile masaya oturtmamak, Osmanlı Tarihi ile kafayı bulup, ocağa gitmeyip bir de üstüne üstlük kız arkadaşı edinme gafletine düşmüş gençleri Haçlı gibi görerek geçmişi yad etme seferleri düzenleme 90'ların önemli bir toplumsal aktivitesiydi.

Ülkü ocaklarına yol verilmiş olsa da, göz ucuyla Devlet Baba tarafından takip edildi. Misyonunu doldurduğuna inanıldığı anda da önü alındı. Eskisi gibi popüler değil artık ocaklar.

Devletin yatırım yaptığı asıl proje ise tribünler olmuştur. Tribünlerin içerisinde yeşeren ve palazlanan çetelere, uyuşturucuya, cinayetlere, hırsızlıklara ses çıkarılmamıştır. Ayyuka çıkan olaylarda ise (bkz:Galatarasaray-Leeds United Maçı) Devlet suçluların kulağını çekip normal şartlar altında müebbet hapis cezası ile cezalandırılması gereken insanları uzun süre hapse sokmamış sonrasında ise cüzi cezalarla adalet arayışının ağzına bir parmak bal çalınmıştır.


Devlet, kulüp, tribün gruplarının birlikteliği Susurluk kazasının bir benzeridir. Yaşananlara bakılınca birliktelikleri milletvekili, polis, mafya tablosu kadar vahimdir. Zira el ele sömürülen, yönlendirilen, pasifize edilen Türk gençliğidir. Hiçbir aklı başında ailenin çocuğunu görmek istemeyeceği söz konusu illegal yapılanmaya Devlet göz yummuş, kulüpler bu yapıları finanse etmiş, nezarete düşen tribün militanları ise karakollardan kulüp yetkilileri tarafından çıkartılmıştır. Bu ayrıcalıklı haramileşme süreci elbette Türk gencini mest etmiştir. Deplasman otobüslerinde yaşanan uyuşturucu partileri, verilen molalalarda talan edilen benzinlikler kanı kaynayan gençliğin şiddet ve sözüm ona anarşizm, özgürlük gereksinimlerini ziadesiyle karşılamıştır. Tribünlerde yedi düvele koro halinde küfür etmek, bunu en yaratıcı bestelerle dile getirmek kısacası "makara"nın dibine vurmak; Türkiye gündemini, bulunulan şartları, yoksulluğu düşünerek bir çözüm arayışına girmekten çok daha kolay gelmiştir gençliğimize ve devlet büyüklerimizce de aynı oranda maliyetsiz bulunmuştur . Zaman zaman tribünlerde yaşanan gerilimlerde polisin önünde kolkola girerek arkadaşını polise vermeyiş destanı ise hem solcunun hem sağcının politika gereksinimini karşılayacak cinste bir yiğitlik hikayesidir. Yaratılan bu aidiyet, birliktelik ve yüreklerde yanan futbol ateşinin oluşturduğu karışım en esaslı morfinden daha uyutucu etkiye sahiptir.



İşte tribünlerin yaratılış hikayesi budur. Her olaylı maçtan sonra saatlerce tartışılan "tribün terörü" realitesi ve bunun önüne geçilmemesini Erman Toroğlu gayet güzel analiz etmiştir: "Verin bana yetkiyi bakın nasıl bitiriyorum tribün terörünü." Üstadımız hıyardan anladığı gibi ceberrut devletin istediğinde her türlü ötekiyi nasıl da helak edecek düzeyde donanımlı ve militarize olduğunun farkındadır. Eksik olan şeyin irade olduğunu Erman Bey göremediği ofsaytlardan daha net görmektedir. Devletin yaptığı açıkça 9 kusurlu hareketin babasıdır.

Şimdilerde ise rabia işareti siyasi midir, Mandela terörist mi yoksa özgürlük savaşçısı mıdır, Atatürk siyaset üstü müdür tartışmaları yapılmaktadır. Hepsinin cevabı "Spora siyaseti karıştırmak yasaktır!" saçmalığının uzanabileceği alanı kestirmek için sorulmaktadır. Ülkemizde spordan kasıt futbol, futboldan kasıt ise yukarıda bahsettiğim üzere politikadan arındırma ve kısaca toplumu manipüle ederek tribün tiyatrosunda kontrollü suç işleme havucu ile kandırma masalı iken hükümetin acısını anlamak zor değildir. Zira yıllardır uyutulan halkın uyanışını yaşadığı yerler stadyumlar olunca, yapılan yatırımların tam da kendini amorti etmesine seneler kala patlamasına gösterilen hassasiyet gayet doğaldır. Peki birisi kalkıp şunu demeyecek mi? Politika sadece parti bünyesinde mi yapılır? Bireyler sadece sandığa oy atarken mi siyasi kimliğini yansıtır? Spora siyaset karışmayacaksa, iki yapı bu kadar ilgisizse neden siyasi mitinglerde atkılarla siyasete spor karıştırılmaktadır? 40.000 kişinin bir araya geldiği stadyumlarda kişilere, kurumlara yöneltilen öfke ve ırkçılığa varan söylemler yönetenlerimizin dikkatini çekmezken "Her yer taksim her yer direniş" demek neden bu kadar büyük bir suç oluyor? Maç öncesi söylenen İstiklal Marşı'ndan tutun, Stad açılışlarını hükümet hizmeti ve mitingine dönüştürme gayretlerine; yürütülen şike operasyonundan, milyarder olan kulüp yöneticilerine kadar her tutum ve hareketin Türk siyasi bataklığından izler taşıdığı bu sürecin en masum aktörleri olan taraftarlara "Tribünde ve stadyum çevresinde bizim imtiyaz tanıdığımız ölçüde suç işleyebilirsin ama siyasi slogan atamazsın" demek nedir? Neye hizmet etmektedir?



Unutmayın. Siyasetten uzak durmak dahi siyasi bir tavırdır. Bırakın tribünü hayat siyasettir. İstediğiniz kadar yasaklayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder