30 Ocak 2014 Perşembe

Alevi Dedeleriyle Kerbela, Necef, Umre Keyfi



“Hak verilmez, alınır” düsturu çoğu zaman agresif bir çıkış olarak algılanmıştır. Ülkemizde ise “Bir şey hak ise, o zaten verilmiştir. Bunun haricinde verilecek şey de yoktur” yaklaşımı hakim olduğundan, hak arama girişimleri çoğu zaman nankörlük, kadir kıymet bilmezlik ve anarşistlik (burada kelimenin sözlük anlamından değil, Türkiye’de yerleşmiş “şeytani ve cezalandırılması gereken ayrık otu” anlamından bahsedilmektedir) olarak algılanmıştır. Devlet Baba en iyisini düşündüğünden, verilmemiş hak yoktur. Eksikliği hissedilen şey ise; Türk Halkı için ayrıştırıcı, birlik ve bütünlüğü zedeleyici ve ladini olmalıdır ki devlet onu kasten bizlere layık görmemiştir. Bunun aksini düşünmeye gerek dahi yoktur. 

Ülkemizin sünni, Türk ve erkek seçkinleri yanında ötekileştirilen topluluklar arasında yer alan alevilerin yaşam alanları da elbette devletin çizdiği dar çizgiler içerisinde şekillenmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında beri alevilere tanınmış hak ve özgürlükler, dönemin konjonktürüne göre değişim göstermiştir. Zaman zaman terörist ilan edilip, tepelerine bomba yağdırarak “Dersim’e medeniyet götürüldüğü” iddia edilmiş, zaman zaman içinde bulundukları otel ateşe verilmiş, bazen de cem evleri cümbüş ortamına benzetilmiş ama en çok da senede bir kez muharrem ayında iftar sofraları onurlandırılıp tıkınarak devlet – alevi toplum ilişkileri şekillendirilmiştir. Toplum nezdinde ise ötekileştirmeye sevdalı dünyamızda aleviler hiçbir zaman inkar edilmemiştir. Zira ortamda aşırı dini hassasiyetler yoluyla husumeti yönlendirecek taraflar (ermeniler, rumlar) çoktan bertaraf edildiği için alevileri sarıp sarmalamıştır bu halk. Memleket ve isim kombinasyonlarıyla yuvalarında saklanmaya çalışan korkak alevileri deşifre ederek, en iyi senaryo olarak “Hz. Ali, Peygamber efendimizin amcaoğlu, üstüne üstlük ilk inananlardan biri iken siz nasıl olur da namaz kılmazsınız?” tarzında sorulara muhatap bırakılmışlardır.

Devletimiz son dönemlerde, demokratikleşir gibi görünme sevdasına girmiştir. Daha iyimser bir bakış açısıyla demokratikleşmeye yeltenip ardından bu sürecin “Ne yapalım yani şimdi eşcinseller de özgürlük istiyor. Onlara da mı özgürlük verelim?” noktasına gelmesiyle beyin lobları yerine testis taşıdığına inandığımız devlet aklı mavi ekran vermiştir. Ülkemizde fizibilite çalışmalarından, projelerden ve etütlerden yoksun iş yapıldığına; çoğu zaman kervanın yolda düzüldüğüne alışmıştık ama demokrasinin zerresinden nasibini almayan bakış açısıyla girişilen hamlelerin komedisini izlemek de yine bizlere düşmüştür. 

Bu bağlamda, en temel hak ve özgürlük ihlalleri dağ gibi karşımızda duruyorken demokrasi paketleri tıpkı ar-gesi yapılıp tamamlanan ve nihai hali belli olan; fakat gıdım gıdım versiyon artışlarıyla müşterilere sunulan bir bilgisayar programı gibi halka sunuldu. Kürtçe hala devlet nezdinde kabul edilmemiştir; fakat bu sorunu kişisel gelişim faaliyeti olarak düşündüğü görünen hükümet Kürtçeyi seçmeli ders ilan etmiştir. Anadilinde eğitim almak isteyen halka seçmeli kürtçe dersi verecek kadar laubali değildir herhalde devlet büyüklerimiz. Olsa olsa kendi evlatlarına “Sanmam, ama olur da kürtçe öğrenmek istiyorsan al sana özgürlük” demiştir. Alevilerin ise en temel isteği Diyanet’in lağvedilmesi veya bu yapılamıyorsa eşitlik sağlanarak cem evlerinin, ibadethane statüsü kazanarak, dedelerin de maaş alabilir hale getirilmesiydi. Bu sorun gayet net bir şekilde ortadayken Başbakanımız yeri geldiğinde alevinin önde gideni, bayrak sallayanı olduğunu gayet fikri ve zikrini belli eder şekilde ön koşula bağlayarak “ne şiş yansın ne kebap” yolunu seçmiştir. 

Alevileri, sünni Müslümanların mütemmim cüz-ü ve hatta haddi bildirilerek, doğru yola sapması konusunda kılavuzluk edilmesi gereken özünde Müslüman kimseler olarak tanımladıkları için, bu devlet, bu sorunu çözmekte ilelebet başarısız olacaktır. Kritik seçim dönemlerinde ağızlarına bal çalınmaya çalışan alevilerden ne kadar oy koparırlar bu tabii ki bilinmez ama aklıselim sahibi her vatandaş yaşanan ikiyüzlülüğü muhakkak görecektir. Yakın zamanda Fethullah Gülen Cemaati’nin cami-cem evi projesine alevi kesimden bile destek gelmiş, Ahmet Hakan’ın da aralarında bulunduğu bir grup köşe yazarı da alevileri “İstemezük”çü kronik muhalifler olarak ilan etmişti. O günün şartlarında derdimizi anlatamamıştık; bugün ise sanırım herkes meramımıza kulak kabartacak; hatta o gün derdimizi anlamayanlar bugün yapılmaya çalışılanın bir kumpas olduğunu bile dile getirecek kadar aydınlanma yaşamışlardır. Söz konusu projede, cem evlerinin özerk yapısı vurgulanmaksızın, caminin kanatları altına alınarak şevkat gösterilen Alevilik, meşruiyetini yine cami üzerinden sağlamaktaydı. Cemaat şayet; Aleviliğin, sünni Müslümanlıktan bağımsız olduğunu, ritüellerinin ve bir çok inancının benzeşmediğini, projenin Cami- Sinagog veya Cami – Kilise projesi kadar inançlara hoşgörüyü ve ötekiye tahammülü simgelediğini bir şekilde belirtebilseydi, en ön sıralarda destekçi olabilirdik pek ala. İkinci aykırı nokta ve bugün düşüncelerimize hak verecek çoğunluğa sahip olmamıza sebep çarpıklık ise cemaatin sıfatıydı. Alevilerin, en temel insani hakkını ve eşit yurttaşlık talebini kabul ettireceği makam devlettir. Cemaat gibi kapalı kapılar ardında, sinsice işini gören ve hiçbir yerde tüzel kişilik ve hukuki iz bırakmayan yapılanmayla alevi toplumunun kaybedecek zamanı bulunmamalıydı.

Bu sefer de vicdan ve merhamet konusunda dünya cimrilik endeksinin tepesine oynayan hükümetimiz alevilere güzellik düşünmüş. Evet güzellik. Daha resmi ve devlet nezdinde kabul görecek şatafatlı bir tabir bulamadım. Alevi dedelerini Kerbela, Necef ve nihayetinde pek tabii ki Umre’ye götürecek Kültür Turizm Bakanlığı yine alevi cemaatini ihya etme çabalarına girişmiştir. Aleviliği kati suretle sünni Müslümanlığın kapsama alanı altından uzaklaştırmadan yeni bir havuç uzatmaktadır hükümet. Tıpkı en çok harcama yapan müşterisine ödül sunan kapitalist akıl gibi, alevi dedelerini beş yıldızlı konfor ile önce dini değerlerinin özünü oluşturan yerlere devlet gözetiminde götürüp, ardından bir de Umre cilasıyla ülkeye getirecek olmanın müteşebbis gururunu yaşamaktadır. Hem hak ve özgürlük talepleri sayısız kere cevapsız kalan ve bunun farkında olan halka “Bunlar eskiden dile getirilemezdi. Şimdi dedeleriniz adam yerine konuluyor, en lüks hizmeti alıyor. Daha ne istiyorsunuz?” denecek, hem de seçim maratonunda olur da koparabilirse üç-beş oyun huzurunu yaşayacaktır. Üstelik kampanya 100 dede üzerinden yürütüldüğünde fayda-maliyet analizlerinde bakiye hep pozitif görünecektir. Vicdansızlığı ve halkı kandırmaya çalışmanın bugünkü değere indirgenmiş utancı ise her zaman olduğu gibi göz ardı edilecek nitelikte görülmüş olmalı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder