20 Ocak 2014 Pazartesi

Bana bunlarla gelmeyin

Yerel seçimlere yaklaşılırken, toz duman arasında görünemeyen ve 3 ay önce olsa gündem oluşturabilecek lakırdıdır bugünkü konum: CHP'li aday Mustafa Sarıgül'e karşılık HDP'nin eş adayı Sırrı Süreyya Önder'e karşı geliştirilen eleştiriler.

Sırrı Süreyya Önder, hayatının hiçbir döneminde maruz kalmadığı kadar eleştiri oklarının hedefindedir bugünlerde. TOKİ'den ev alması, belediyeciliğin, yönetmenliğe ve duygu dolu konuşma yapmaya veya yazı yazmaya benzemediği, Abdullah Öcalan'la çıkan canciş fotoğrafları, Gezi Olayları sürecinde takındığı öncü fakat daha sonrasında "la noliy?" diyerek ortadan kaybolan tavrı ve aralarında en tırt eleştiri olarak da yoğun şekilde şiveli aksanıyla konuşması... Sırrı Süreyya'yı itin götüne sokmak için aklıma gelmeyen onlarca argüman daha sıralanabilir. Her politikacı lider gibi, Sırrı Bey de seçim öncesi itibarsızlaştırma kampanyalarına göğüs germekle uğraşmaktadır. Herbir eleştiri haklı veya haksız olabilir. En azından tartışmaya değerdir (benim yazdıklarımdan sonuncusu hariç). Bunlardan farklı olarak benim değinmek istediğim ise kaderin bir cilvesi olarak HDP-BDP çizgisinin bir kez daha "bölücü" olarak nitelendirilmesidir. Bu sefer iddianın kaynağını CHP'nin yıllar sonra ilk kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bu denli yaklaşmasına rağmen ortaya çıkan oy bölücü potansiyeli olan tehdittir.

Ölümü gösterip, sıtmaya razı olmayı salık verme konusunda kısırlık yaşamayan Türkiye siyasi tarihi, Ak Parti'nin saf dışı kalması uğruna gösterilmesi gereken özveriler konusunda insanlarımızı yine sorumlu kılmaktadır. Hem de ne sorumluluk. Solculuğun CHP çatısı altında yekpare bir güç olarak birleşmesini salık veren eleştirmenler, sol düşünce ile CHP'yi hangi nesnel koşullarda bir araya getirdiklerini sorunca teferruatlarla uğraşmadan Ak Parti tehlikesine karşı örgütlenmenin en iyi bu şekilde başarıya ulaşacağını dile getirmektedirler.

Yıllardır çoğunluğun, azınlık üzerindeki hegemonyası üzerinden demokrasi vurgusu yapan CHP, bu seçimlerde HDP seçmeninden Ak Parti tehlikesine karşı kendi çatısı altında birleşme umudu taşımaktadır. Demokrasi, toplumu oluşturan tüm fertlerin Devlet yönetimine mümkün olduğunca katılımını sağlayan bir yapı ise CHP'nin tavrı ne anlama gelmektedir? "Hele bir sorunu çözelim, bakın o zaman demokrasinin daniskasını getireceğiz bu ülkeye" mi denilmek isteniyor? Eğer motivasyon bu olacaksa, CHP geçmişinin bu iddianın altını doldurmak konusunda ne denli başarısız olduğunu hatırlatmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Ak Parti'nin ileri demokrasi projesine, "Sandık demokrasi değildir, demokrasi aslında azınlıkta kalanların hak ve özgürlüklerinin ne denli korunduğunu belirleyen çoğulcu demokrasi ile mümkündür" tezi CHP'liler tarafından öne atıldı. Ardından HDP'yi destekleyecek seçmenleri solun oylarını bölmeme adına kendilerinin mütemmim cüzü olarak gören CHP'lilere HDP'liler "Değil mütemmim cüzünüz olmak, adımızın yan yana anılmasına tahammülümüz yok." dediler. Eminim ki, su biraz daha kaynasa HDP'lilere birisi çıkıp "Demokrasi silahla özgürlük arayışı değildir. Siz demokrasiden ne anlarsınız?" diyecek.

Demokrasinin özüne, çekirdeğine inebilmek için daha kaç tane kontra soruyla muhatap olmamız gerekiyor? Daha ne kadar yol kat etmeliyiz?  "Demokrasinin aslında o kadar da iyi bir sistem olmadığını, kötünün iyisini olduğu"nu dillendirebilmek için bu denli anti demokratik uygulamaların kucağında olmamalıyız.

Türkiye'de sayısı az olsa da sosyalist bir seçmen tabanı, ezildiğinin farkında olan işçiler ve Güneydoğu-Doğu Anadolu Bölgeleri haricine yayılmış kürt ve nihayetinde parmakla sayılan gayrimüslim seçmenler mevcuttur. Bu insanların sorunlarını, beklentilerini, umutlarını çoğu zaman kitle partileri görmezden gelmiş hatta kendi tabanlarına şirin görünmek için azınlıkta kalan bu vatandaşların aleyhine kendi seçmenlerini muktedir kılmışladır. Ötekileştirilen, görmezden gelinen, sorunlarına çözüm bulunmak şöyle dursun nefret unsuru haline getirilen bu insanların karşısına Ak Parti karakoncolos gibi sunulmuş, karşılığında CHP'ye oy vermeleri istenmiştir. Bu tablonun 12 Eylül'de Darbe Anayasasını aklamak için vatandaşın önüne sandık koyarak "Ya evet der sürünerek yaşarsınız, ya da neye maruz kalacağınız konusunda ben garanti veremem" demekten farkı var mı? Ben bilemedim. Bir CHP'li için farkı olabilir elbette. Ama empati yaparak kendinizi bizatihi CHP'nin mağdur ettiği insanların yerine koyarsanız işin rengi değişmektedir.

İkinci ve daha sinir bozucu argüman ise solculuğun analitik yanının olması gerektiği; fakat Türkiye'deki solcuların bundan yoksun olduğu tezidir. Bu boşboğazlığı yapanlar, HDP'nin seçimleri kazanmayacağını, buna rağmen HDP seçmeninin hangi akla hizmet bu partiye oy verdiğini anlamamaktadır. Öğrencilik yıllarımda, almış olduğum hukuk derslerinden birinde o zamanlar ulusalcı takılan fakat daha sonrasında televizyonlarda hükümet şakşakçılığı yaparak yolunu bulmaya çalışan bir akademisyenin "Canım, 70'lerin sonundaki solcular da gerçekten zıvanadan çıkmıştı. Kendi ülkesinde kan gövdeyi götürürken onlar sokağa çıkıp, Güney Amerika'da öldürülen işçiler için eylem yapabiliyordu. Bu kadar da akıl mantık dışı davranılmaz ki" demişti. Söz alarak kendisine "4 tabanında sorulan bir matematik sorusunu 10 tabanında işlem yapmaya çalışarak çözmeye kalkıştığını, o zamanlarda eylemi yapan solcuların kendisi gibi kar-zarar, fayda-maliyet analizi yaparak eyleme kalkışmadıklarını enternasyonel bir kurtuluş özlemi içinde oldukları için ülkelerinde yaşananlar kadar dünya genelinde yaşanan gelişmelere duyarsız kalmadıklarını" belirtmiştim. Piyasa ekonomisi ve salt kar amacıyla hareket etmeye şartlandırılarak yoğurulmuş beyinlerimizle, vicdani sorumluluğuyla hareket edenleri yargılamak vicdansızlığın en büyüğüdür.

Bugün de, HDP'nin seçimi kazanamayacağı realitesinden CHP'nin seçimi kazanma umuduna yelken açmak isteyenler arasında 1 Mayıs'ta her yıl düzenli şekilde dayak yiyenleri stockholm sendromuna yakalanmakla suçlayanlar, Ali Ağaoğlu'nu üniversitesinden kovmak isteyen eylemciye "Ne de bet sesliymiş, ayrıca solcu kızlar neden hep kara kuru ve çirkin olabiliyor?" diyenler, "Hepimiz Hrant'ız" diyenlere "Bülent Ersoy öldürülürse hepiniz Bülent Ersoy olacak mısınız?" diyerek gevrek gevrek gülenler bulunmaktaydı. 

Sosyal bilimlerde analitik düşünce olarak saydığınız çoğu şeyin, bir gün karşınıza palavra olarak çıkma olasılığı hep vardır. İnsan öldürmeyi hobiler kısmında özgeçmişine eklemiş Devletin yönettiği memlekette, insanlar sesini çıkarmak yerine bağrına taş basmayı alışkanlık haline getirmişken, Gezi Parkı'nda kesilen ağaçların Cumhuriyet tarihindeki en büyük eylemlerden birine önayak olabileceğine kim inanırdı? Analitiği bunun neresine koyabilirsiniz? HDP'ye oy verenlerin inancı bir gün tıpkı Gezi'de olduğu gibi insanların uykularından uyanarak, kendilerine dayatılan ölüm-sıtma ikileminden sıyrılarak vicdanlarının sesini dinlemeleridir. Kim bilir rasyonelcilere göre bu da bir ütopyadır belki.

Kaldı ki, demokratik ortamlarda seçim sadece kazananı belirlemek için mi yapılır? Maç mı bu? Kaybeden sıfır mıdır? Yok mudur hiç? Belediye başkanı varsa belediye meclisi yok mudur? %10 barajı diye ağlayan CHP acaba tek başına iktidara gelse bu oranı aşağı çekerek BDP-HDP grubunun bağımsız adaylarla çalıyı dolaşmadan meclise girmelerine ön ayak olmak ister mi yoksa, "Bölünmeyelim" tezi mi atılır yeniden ortalığa?


CHP'lilerin DSP zamanında bu yana gelen "Birleşin. Oylar bölünmesin" paranoyası, çaresizliğin göstergesidir. DSP'nin küllerini içine alarak tarihin tozlu sayfalarına gömen CHP yeni kurbanlar aramaktadır. Aslında CHP'nin kodlarına en çok uyan, aynı kaygıları güdüp çok az konuda farklılaşan bir parti varsa bu da MHP'dir. Milliyetçilik ve militarizm  konusunda birbirinden geri kalmayan söz konusu iki oluşum din konusunda belirli tavizler vererek pek güzel bir izdivaça yelken açabilir. Mansur Yavaş'ı eleştiren CHP'liler var, anlamakta zorluk çekiyorum. Beyaz TV'nin ortaya attığı görüntülerde Mansur Yavaş, Deniz Gezmiş'e hakim katili dedi diye CHP'lilerin galeyana gelmesi beklenmiş. Deniz Gezmiş'in yolu ile CHP'nin yolu nerede kesişiyor?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder