“Hak
verilmez, alınır” düsturu çoğu zaman agresif bir çıkış olarak algılanmıştır.
Ülkemizde ise “Bir şey hak ise, o zaten verilmiştir. Bunun haricinde verilecek
şey de yoktur” yaklaşımı hakim olduğundan, hak arama girişimleri çoğu zaman
nankörlük, kadir kıymet bilmezlik ve anarşistlik (burada kelimenin sözlük
anlamından değil, Türkiye’de yerleşmiş “şeytani ve cezalandırılması gereken
ayrık otu” anlamından bahsedilmektedir) olarak algılanmıştır. Devlet Baba en
iyisini düşündüğünden, verilmemiş hak yoktur. Eksikliği hissedilen şey ise;
Türk Halkı için ayrıştırıcı, birlik ve bütünlüğü zedeleyici ve ladini olmalıdır
ki devlet onu kasten bizlere layık görmemiştir. Bunun aksini düşünmeye gerek
dahi yoktur.
Ülkemizin
sünni, Türk ve erkek seçkinleri yanında ötekileştirilen topluluklar arasında
yer alan alevilerin yaşam alanları da elbette devletin çizdiği dar çizgiler
içerisinde şekillenmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında beri alevilere tanınmış
hak ve özgürlükler, dönemin konjonktürüne göre değişim göstermiştir. Zaman
zaman terörist ilan edilip, tepelerine bomba yağdırarak “Dersim’e medeniyet
götürüldüğü” iddia edilmiş, zaman zaman içinde bulundukları otel ateşe
verilmiş, bazen de cem evleri cümbüş ortamına benzetilmiş ama en çok da senede
bir kez muharrem ayında iftar sofraları onurlandırılıp tıkınarak devlet – alevi
toplum ilişkileri şekillendirilmiştir. Toplum nezdinde ise ötekileştirmeye
sevdalı dünyamızda aleviler hiçbir zaman inkar edilmemiştir. Zira ortamda aşırı
dini hassasiyetler yoluyla husumeti yönlendirecek taraflar (ermeniler, rumlar)
çoktan bertaraf edildiği için alevileri sarıp sarmalamıştır bu halk. Memleket
ve isim kombinasyonlarıyla yuvalarında saklanmaya çalışan korkak alevileri
deşifre ederek, en iyi senaryo olarak “Hz. Ali, Peygamber efendimizin amcaoğlu,
üstüne üstlük ilk inananlardan biri iken siz nasıl olur da namaz kılmazsınız?”
tarzında sorulara muhatap bırakılmışlardır.
Devletimiz son dönemlerde, demokratikleşir gibi görünme sevdasına
girmiştir. Daha iyimser bir bakış açısıyla demokratikleşmeye yeltenip ardından
bu sürecin “Ne yapalım yani şimdi eşcinseller de özgürlük istiyor. Onlara da mı
özgürlük verelim?” noktasına gelmesiyle beyin lobları yerine testis taşıdığına
inandığımız devlet aklı mavi ekran vermiştir. Ülkemizde fizibilite
çalışmalarından, projelerden ve etütlerden yoksun iş yapıldığına; çoğu zaman
kervanın yolda düzüldüğüne alışmıştık ama demokrasinin zerresinden nasibini
almayan bakış açısıyla girişilen hamlelerin komedisini izlemek de yine bizlere
düşmüştür.
Bu bağlamda, en temel hak ve özgürlük ihlalleri dağ gibi karşımızda
duruyorken demokrasi paketleri tıpkı ar-gesi yapılıp tamamlanan ve nihai hali
belli olan; fakat gıdım gıdım versiyon artışlarıyla müşterilere sunulan bir
bilgisayar programı gibi halka sunuldu. Kürtçe hala devlet nezdinde kabul
edilmemiştir; fakat bu sorunu kişisel gelişim faaliyeti olarak düşündüğü
görünen hükümet Kürtçeyi seçmeli ders ilan etmiştir. Anadilinde eğitim almak
isteyen halka seçmeli kürtçe dersi verecek kadar laubali değildir herhalde
devlet büyüklerimiz. Olsa olsa kendi evlatlarına “Sanmam, ama olur da kürtçe
öğrenmek istiyorsan al sana özgürlük” demiştir. Alevilerin ise en temel isteği
Diyanet’in lağvedilmesi veya bu yapılamıyorsa eşitlik sağlanarak cem evlerinin,
ibadethane statüsü kazanarak, dedelerin de maaş alabilir hale getirilmesiydi.
Bu sorun gayet net bir şekilde ortadayken Başbakanımız yeri geldiğinde alevinin
önde gideni, bayrak sallayanı olduğunu gayet fikri ve zikrini belli eder
şekilde ön koşula bağlayarak “ne şiş yansın ne kebap” yolunu seçmiştir.
Alevileri, sünni Müslümanların mütemmim cüz-ü ve hatta haddi
bildirilerek, doğru yola sapması konusunda kılavuzluk edilmesi gereken özünde
Müslüman kimseler olarak tanımladıkları için, bu devlet, bu sorunu çözmekte
ilelebet başarısız olacaktır. Kritik seçim dönemlerinde ağızlarına bal
çalınmaya çalışan alevilerden ne kadar oy koparırlar bu tabii ki bilinmez ama
aklıselim sahibi her vatandaş yaşanan ikiyüzlülüğü muhakkak görecektir. Yakın
zamanda Fethullah Gülen Cemaati’nin cami-cem evi projesine alevi kesimden bile
destek gelmiş, Ahmet Hakan’ın da aralarında bulunduğu bir grup köşe yazarı da
alevileri “İstemezük”çü kronik muhalifler olarak ilan etmişti. O günün
şartlarında derdimizi anlatamamıştık; bugün ise sanırım herkes meramımıza kulak
kabartacak; hatta o gün derdimizi anlamayanlar bugün yapılmaya çalışılanın bir
kumpas olduğunu bile dile getirecek kadar aydınlanma yaşamışlardır. Söz konusu
projede, cem evlerinin özerk yapısı vurgulanmaksızın, caminin kanatları altına
alınarak şevkat gösterilen Alevilik, meşruiyetini yine cami üzerinden
sağlamaktaydı. Cemaat şayet; Aleviliğin, sünni Müslümanlıktan bağımsız
olduğunu, ritüellerinin ve bir çok inancının benzeşmediğini, projenin Cami-
Sinagog veya Cami – Kilise projesi kadar inançlara hoşgörüyü ve ötekiye
tahammülü simgelediğini bir şekilde belirtebilseydi, en ön sıralarda destekçi
olabilirdik pek ala. İkinci aykırı nokta ve bugün düşüncelerimize hak verecek
çoğunluğa sahip olmamıza sebep çarpıklık ise cemaatin sıfatıydı. Alevilerin, en
temel insani hakkını ve eşit yurttaşlık talebini kabul ettireceği makam
devlettir. Cemaat gibi kapalı kapılar ardında, sinsice işini gören ve hiçbir
yerde tüzel kişilik ve hukuki iz bırakmayan yapılanmayla alevi toplumunun
kaybedecek zamanı bulunmamalıydı.
Bu sefer de vicdan ve merhamet konusunda dünya cimrilik endeksinin
tepesine oynayan hükümetimiz alevilere güzellik düşünmüş. Evet güzellik. Daha resmi
ve devlet nezdinde kabul görecek şatafatlı bir tabir bulamadım. Alevi
dedelerini Kerbela, Necef ve nihayetinde pek tabii ki Umre’ye götürecek Kültür
Turizm Bakanlığı yine alevi cemaatini ihya etme çabalarına girişmiştir.
Aleviliği kati suretle sünni Müslümanlığın kapsama alanı altından
uzaklaştırmadan yeni bir havuç uzatmaktadır hükümet. Tıpkı en çok harcama yapan
müşterisine ödül sunan kapitalist akıl gibi, alevi dedelerini beş yıldızlı konfor
ile önce dini değerlerinin özünü oluşturan yerlere devlet gözetiminde götürüp,
ardından bir de Umre cilasıyla ülkeye getirecek olmanın müteşebbis gururunu
yaşamaktadır. Hem hak ve özgürlük talepleri sayısız kere cevapsız kalan ve
bunun farkında olan halka “Bunlar eskiden dile getirilemezdi. Şimdi dedeleriniz
adam yerine konuluyor, en lüks hizmeti alıyor. Daha ne istiyorsunuz?” denecek,
hem de seçim maratonunda olur da koparabilirse üç-beş oyun huzurunu
yaşayacaktır. Üstelik kampanya 100 dede üzerinden yürütüldüğünde fayda-maliyet
analizlerinde bakiye hep pozitif görünecektir. Vicdansızlığı ve halkı
kandırmaya çalışmanın bugünkü değere indirgenmiş utancı ise her zaman olduğu
gibi göz ardı edilecek nitelikte görülmüş olmalı…





