İran, Azerbaycan, ayakkabı kutusu, altın, para sayma makinası, kasa derken dış mihraklara sonunda ulaştık. Ucu hükümete dokunan bir sorunun arkasında dış mihrakları görmeyeceğimize inanmak Türkiye'yi tanımamaktır elbette. Ortaya konulan bir sorunun direkt sonucuna bakmak yerine dolaylı yollara sapma; sebebine, arkasındaki güçlere, zamanlamasına dikkat çekmek büyük resmi işaret etmekten çok, dikkat dağıtmaya yönelik bir çaba olarak ortaya çıkabilmektedir. Tıpkı içinde bulunduğumuz skandal senaryosu gibi. Devletin ceplerinden, kasalarından, ayakkabı kutularından kirli para iddiaları ortaya saçılmış iken "ama efendim bu iddiayı ortaya atan muteber değildir" demek öncelikle bu iddialardan aklanıp muteberliğine sürülmeye çalışılan lekeyi temizledikten sonra ortaya sürülmesi gereken ve şu şartlar altında tefferruattan öteye geçmeyecek bir amaç olmalıdır.
Jeopolitikten, hastalığa varan komplo teorilerinden uzak durup, bu taraklarda bezi olmayan sade vatandaşlar ne yapmalıdır bu süreçte? Vicdanıyla hareket etmeye çalışıp, yol gösterici olarak kendilerine analitik düşünceyi şiar eyleyen vatandaşlar nasıl bir pozisyon almalıdır bugünlerde? Çevremde olup bitene bakınca çekirdek çitleyerek izledikleri komedyanın bitmemesi için dua edenlerden tutun, daha düne kadar her türlü şerrin arkasında Hizmet Hareketini görenlerin bugün şakirtlere taş çıkarttığına tanık oluyorum. Dün "Bavulcu" diye nitelendirilenler şahıslar bugün aynı nitelemeyi yapanlar tarafından basın özgürlüğünün namusu olarak algılanıyor. Yasaların konjonktüre ve zamana göre değişiklik gösterdiği muhakkak; fakat hukuk, vicdan, hakikat o kadar kalıcıdır ki kendisini unutanlara zaman zaman acı bir tokatla kendini hatırlatır.
Şahsi kanaatimce takınılması gereken doğru tavrı aşağıda maddelemeye çalışacağım. Zaman zaman kendimi de sürecin heyecanına kaptırıp; kalp çarpıntısı, heyecan ve hırs içerisinde ellerimi ovuştururken bulsam da rehberim şudur:
- Sürecin taraflarından biri Hükümet'tir. Her ne kadar türlü sakatlıklarla kendi meşruiyetini bile sorgulatan bir yapı içerisinde olsa da, netice itibarıyla anayasa ile çerçevesi belirlenmiş bir yapı içerisinde işleyen erkten bahsediyoruz. Karşı tarafta ise varlığı ve amaçları hakkında fikir sahibi olunmasına rağmen yasalar nezdinde var olmayan bir yapı olan "Hizmet Hareketi" bulunmakta. Bu iki yapı geçmişte simbiyotik bir oluşum olarak nitelendirilse de, Hizmet Hareketinin varlığının sebeplerinden biri Hükümet olsa da, Hizmet Hareketinin şeffaf ve hesap verebilir olmayaşının müsebbibi yine aynı Hükümet olsa da, ortada değişmeyen bir sonuç var. Bu kavgada bir orantısızlık bulunmakta. Yıllarca Fetullah Gülen'in arkasında bulunduğu yapının şeffaflaşması, gelir gider kaynaklarının açıklanması, hukuki bir zeminde denetlenebilir kılınması için gerekli adımların atılması gerektiğini söylemekten dilimizde tüy bitti. Terör örgütü olarak suçlandığı davadan aklanması Hizmet Hareketini resmen meşru kıldı. "Terörist değiliz işte daha ne istiyorsunuz?" yaklaşımı gelişti. Eğitimde, sağlıkta, medyada, emniyette, yargıda, askeriyede, sanayide adımımızı attığımız her yerde gizli fakat bilinen ve saygı gören bu yapı ülkenin gelmiş geçmiş en ayrıcalıklı sınıfını oluşturmaya başladı. Ayrıcalıklıydı çünkü kağıt üzerinde yoktu. Düşününsenize, iş yapıyorsunuz ama ticaret siciline kayıtlı değilsiniz, ya da devlet yönetmeye talipsiniz ama seçimlere girmiyorsunuz. Bu ayrıcalık eskiden askeri bürokrasinin de elindeydi. Askerin elinden bu ayrıcalığın bir kısmı, askerden bile daha az sorumluluğa sahip bir cemaatin ellerine bırakıldı. Elbette Hükümete "Oh iyi oldu. Kendin yarattın. Şimdi sonuçlarına katlan." demek kolay bir çözüm olabilir. Peki ya sonrası? Düşmanımın düşmanı dostumdur diyerek hangi sona hazırlıyoruz kendimizi? Mahallenizde mafya olduğunu ve bu mafyaya polisin göz yumduğunu düşünün. İlerleyen zamanda mafya ile polis kendi arasında çıkar çatışmasına girerse mafyayı mı destekleyeceksiniz? Bugün yaşanan sürecin kazananı her kim olursa olsun kaybeden bu kanlı savaşı izleyen sıradan halk olacaktır. Bu sebeple çekirdek çitleyerek "oh iyi oldu derken" her ne oluyorsa o olan şeyin dönüp dolaşıp karşımıza çıkıp, bize bedel ödeteceğini unutmayıp buna göre tavır takınmak gerekmektedir.
- Adil yargılanma herkese lazımdır. Bugün kimi yayın organlarında Bakan çocuklarının yüzlerini buzlayanların, Ergenekon davasında başları bastırılarak arabaya sokulan insanları kıs kıs gülerek ekrana getiren kişilerle aynı olduğunu söylemek malesef yetmemektedir. Mütekabiliyet Devletler nezdinde çok sevilen, sayılan bir kurumdur. Siz bize böyle yaptınız, biz de size iki mislini yapacağız diyerek -6 yaş çocuksu bencilliklerin dışavurumunu güzelce özetleyen bir kelime. Devletler bu kurumu sevip, pamuklara sarmalayadursunlar. Vicdanlarından damlayan insan haklarını "ama onlar da vicdansız..." diye savunmasına sizler aldırmayın. İnsanlığın gerektirdiği sağduyu, mütekabiliyetten çok daha kadimdir. Bugün gizli sürmesi gereken bir soruşturma çarşaf çarşaf gazetelere sızıyorsa, ortaya saçılan pislikleri görüp heyecanlanırken biraz olsa da işleyen haysiyetsiz yargı mekanizmasına dikkat çekin. Yaptığı iki açıklamadan biri uçkur ekseni etrafında seyreden Başbakan'a prim vererek süreci seks kasetleriyle şekillendirmek isteyenlere prim vermeyin. İzlemeyin böyle şeyleri. Yaymayın. Yeterince bataklığa dönmüş siyasi iklimi bir derece daha irtibarsızlaştırma gayretine ortak olmayın. Bunu yaparak bizzat Başbakan'ın aşılamaya çalıştığı ahlak anlayışından medet umar hale geldiğinizi unutmayın.
- Devlet sırrı nedir? Kamunun faydası için (kime göre, neye göre tartışılır) devletin suç işleme yetkisinin olduğunu biliyoruz. Öyle değil mi? Bilmiyorsanız birkaç örnek vereyim size. İnsanı özgürlüğünden alıkoymak suçtur değil mi? Devlet bunu askerlik için aylarca insanları kışlalara sokarak yapıyor; fakat bunu kamunun yararı olarak gördüğü, üstelik bir de "kutsal" saydığı için bırakın suç işlemeyi bize hakkımızı verdiğini belirterek koltuklarımızı kabartıyor. İnanmayan Anayasaya baksın. Askerlik bir haktır. Kumar oynamak suçtu değil mi? Devlet kendi eliyle bahis oynatıp buna "şans oyunu" diyebiliyor. Suçu bizzat üstlenip, vatandaşları "madem suç işleyecekse bunu kendi belirleyeceği kuralları çerçevesinde işlesin de bu para yurtdışına akmasın" mantığı güdüyor. Sizce rulette kırmızıya basmak mı daha büyük bir kumardır, yoksa 3 maçı birbirine bağlayarak piyasa bahis oranlarının fahiş derecede altında oranlarla kazanmayı beklemek mi? Bunlar Devletin insanları uyutarak ayan beyan işlediği suçlar. Bir de sır kapsamına alarak, işledikleri var ki insanlar bunları görürse mazallah vatandaşlıklarını ve vekil tayin ettikleri insanları dahi sorgulayabilirler. Devletin işlediği suçları, ben sade bir vatandaş olarak anlayamıyorum. Bir ulusun çıkarının bir başka ulusun aleyhine artmasına da karşıyım. Bu, sade bir vatandaş olarak belki de olayları çok sığ bir şekilde yorumlamdan ya da vicdanımla hareket etmemden kaynaklanıyor olabilir. Kurumların ve bunun en tepesinde yer alan devletlerin vicdanı olmaz. Soru şu, vicdanı olmayan şey vicdansız mıdır? Eğer bu şey devletse hiç düşünmeden evet derim. Bu süreçte de devlet sırrı diye üstü örtülmeye çalışılan gerçeklerin altında çok ciddi yolsuzluk iddiaları mevcut. Bugün operasyonu gerçekleştirilenler "Aaa devlet sırrı varmış burada. Afedersiniz" diyip geri çekilse olayların üstü kapansa sanık konumunda olan kişilerin aklanma gibi bir kaygıları eminim olmayacaktır. Devlet sırrı zırhıyla örtündükleri ana kucağında mutlu mesut yaşamaya devam edeceklerdir. Aklanmak ise bizim gibi sade vatandaşların dert edebileceği gereksiz bir vicdani müessesedir. Yolsuzluk iddialarını soruşturma belgeleriyle ifşa eden Mehmet Baransu'nun derdi Devlet sırrından çok Hükümeti ve bu yolsuzluğa iştirak eden Hükümet üyelerini kamuoyunun kucağına itmek. Devletin zararına dahi olacak olsa ortada bir hukuksuzluk varsa ve bunun belgesi bir gazeteciye ulaşmışsa, o gazetecinin görevi bu belgeyi kamuoyuna açıklamak olmalıdır. Asıl gazeteci bu belgeyi açıklamazsa suçlu sayılmalıdır. Tıpkı 2004 yılındaki MGK kararının yıllarca çekmecede bekletilip, şartlar olgunlaşınca piyasaya sürülmesi gibi. Tüm bunların yanısıra, bir önceki maddede değinilen, "adil yargılanma hakkı" hepimiz için, her zaman gereklidir. Hükümet kendi için değil, bizzat halkı için bu soruşturmada gizli kalması gereken, fotoğrafları, tapeleri Mehmet Baransu'ya sızdıranları bulmalı ve cezalandırmalıdır. Bunu yaparken de Mehmet Baransu'nun kılına dokunmamalıdır. Devletin tüm aygıtları emrinde amade bir Hükümet bunu bulamayacak kadar aciz olmamalı. Hele ki, sürecin mağduru kendi iken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder