Özgürlükçü ve reformcu gibi görünmek için liberal görüşü savunan aydınların desteğini almak gibisi olamazdı. Yıllardır statüko ve askeri vesayete saplanmış ülkede generalleri kafalarına bastırarak polis araçlarına sokmak, 12 Eylül'ü (güya) yargılar gibi yapmak ve neye hizmet ettiği belli olmayan TRT Şeş'i kurmak liberalleri heyecanlandırmaya yetti. Ne yalan söyleyeyim, zaman zaman benim de şaşırdığım gelişmeler yaşandı bu süreçte. Geçmişte konuşulması dahi vatan hainliği olarak algılanabilecek özünde insan haklarını ilgilendiren bazı konularda Ak Parti kendisinden beklenmeyecek atılımlar yapıyordu. Belli bir aşamaya kadar ağır aksak süren bu hafif reformcu yaklaşım 12 yıla yaklaşan hükümranlık sonucunda özüne, tabanına ve çekirdeğine geri dönerek aslını göstermiştir. Öze dönüş esnasında başta belirtmiş olduğum gemiden tasfiye süreci ilk kurbanlarını verdi. Bu süreçte Altan kardeşler ve Hasan Cemal Ak Parti'nin kişisel özgürlükleri hedef alan açıklamalarına ve uygulamalarına, tutarsız açılım hamlelerine daha fazla dayanamayarak gemiden atladılar ya da itildiler. Alkol aldığı bir gece gemiden kayarak düşen Ergun Babahan'ı "dön baba başa dönelim" sürecinde bugün yılmaz bir Ak Parti eleştirmeni olarak görüyoruz; fakat onu liberaller arasına sokmaya benim gönlüm el vermedi. Bu arada her devrin adamı özelliğini taşıyan Mehmet Barlas devir teslimin henüz gerçekleşmediğine inanmasından ya da yakında binebilecek bir gemi göremediğinden konumunu henüz değiştirmedi.
Gezi olayları ile birlikte Hükümet daha önceden görmediği ve Cumhuriyet mitingleri gibi suni bir pompalamayla meydana çıkmamış, spontane bir halk tepkisiyle yüz yüze kaldı. Gemideki sızıntıların oluk oluk akan deliklere benzemeye başladığı an bu andır.
Recep Tayyip Erdoğan 2002-20XX kıyaslamalarında ekonomik başarının kilit noktası olan Banka sisteminin regülasyonu ve disipline edilmesini sürekli konuşmalarının merkezine almaktaydı. 2007 ekonomik krizinde sapasağlam ayakta duran ve krizin ülkemize teğet geçmesine katkı sağlayan Bankalarımız gezi süreciyle birlikte Başbakanımızın imdadına yetişti. Faiz lobisi adı altında gemiden yol verdiği eski dostu ve referansı, O'na veya jöle etkisine maruz yeni danışmanına göre tüm olayların sebebiydi. Bu aşamada dış mihraklar tabii ki unutulmamış, saygı ve derin şükran duygularıyla anılmıştı.
Gezi olayları arkasında ölüler, gözleri çıkarılan insanlar bırakmıştır. Daha da önemlisi Hükümetin hiç de göründüğü gibi özgürlükçü, reformist olmadığını tüm objektif taraflara göstermiştir. Bunun farkında olan Başbakan'ın siyaset dili ve hesaplaşmaları hiç sakınmadan alabildiğine agresif bir tutum almıştı. Kızlı-erkekli açıklamaları, maliyecilerin mali polis olarak kullanılması ülkeyi tam bir polis devletine çevirmiştir.
Tüm bunlar aslında Türkiye tarihinin aşina olduğu, kendi içimizde bizi şaşırtmayacak ve günlük gündem çöplüğünde meze olabilecek cinsten hak ihlalleridir. Asıl önemli olan ve tansiyonun bu denli artmasına sebep olan ise gemi içerisindeki huzursuzluğun ve çekişmenin ayyuka çıkmasıdır. Başbakan'ın engellenemez "tek adam" hayali ve bu yolda gösterdiği engel tanımaz diktatöryel uygulamaları dersane olayıyla iç savaşa dönüştü. Gemiden atılmak istenen bu sefer o kadar kolay lokma değildi. Fakat bu kanlı savaşta elbette bazı yollar ayrılacaktı. Nazlı Ilıcak bir taraftan Hüseyin Gülerce diğer taraftan denize itilirken karşı taraf ellerinden tutuverdi. Başbakan tüm kabineyi değiştirdi. İleri geri konuşan eski Bakanlarına ayar verdi. Taklacı güvercin İdris Naim Şahin taklalar eşliğinde gemiden atladı. İsmini duyan Başbakan "şu güzel ortamı bozdun" dercesine Titanic'teki kemancılar gibi görevini yapmaya çalışan çığırtkanına baktı.
Hızlı tren kazası, Devletin göz göre göre ölümüne göz yumduğu Hrant Dink, Deniz Feneri, Roboski, Reyhanlı, mühimmat patlaması, Gezi Olayları ve daha niceleri Devlet kademelerinde istifa yerine terfilerle ödüllendirilirken geldiğimiz aşamada Bakanların istifaları, Kabinenin değişmesi, Bakan çocuklarının tutuklu olması gösteriyor ki, bu gemi batıyor. Batan geminin delikleri kapanarak suya gömülmekten kurtulur mu bilinmez ama süreci yavaşlatmak istenirken son zamanlarda gemiden aşağı atılanlara bakınca can telaşı rahatlıkla görülüyor. En son gemiden atılan şey ise Ak Parti'nin ekonomiden bile daha çok gurur duyduğu askeri vesayetin son bulmasına önayak olan Ergenekon Soruşturması'dır. Bağırsaklarının temizlendiği söylenen ülkenin temizlik aşamasında kullandığı yöntem bağırsakların içindekinden bile daha pismiş. Sahte delillerin kullanıldığı itiraf edilirken Bakan çocuklarının odalarından çıkan para sayma makinaları aklanmaya çalışıyor. Türkiye tarihi makarası tüm kazanımlarını ezerek, geriye doğru 2002'ye doğru sarmaya devam ediyor.
Bu süreç uzun sürmeyecektir diye tahmin ediyorum. Kazananını tahmin edemiyorum; fakat böylesine kanlı bir sürece can dayanmaz. Lider belli ikinci kim söylemi şu anki konjonktüre uymuyor. Türkiye'nin müzmin kaybedeni olan halk sürecin kesin kaybedenidir. Recep Tayyip Erdoğan mı Fettullah Gülen mi kazanır bilemem ama kaybedeni değiştirmeyecek bu sonuç. Bu arada film bu kadar erken bitmeyecek olsaydı, gemiden atılan barış sürecini, Avrupa Birliği'ne giriş sürecini, Suriye mültecilerini de görecektik. Görmüş kadar olduk ama...

